3 Mart 2013 Pazar

Ahlakçılığın Müstehcenliği 1


  Yıpratıcı geçen günün ardından, yine yıpranmış sandalyemde oturuyordum. Zihnim sudoku çözmeye çalışıyormuşçasına mekanizmasını gıcırdatarak zorluyor, ki sudokundan nefret eden bir organizmayım.
 
  Nereden geldiğini hatırlamadığım bir tomar para, damlalar tarafından dokunularak ıslatılmış masamdan bana bakıyor. Hayır, hayır... Yanlış bir tabir oldu bu. Mavi paranın üzerindeki adam bakıyor. Odağının ben olmasına karşın bendeki bu umarsız tavır karşısında etkilenmişe benziyor doğrusu.

  Yutkunurken bile ne yapmam gerektiğini düşünemez haldeyim. Dokunmanın nasıl bir his olduğunu hatırlamak için mavi tomarı elime alıyorum. Zihinsel fonksiyonlarım eskisi gibi olsa, iskambil destesi karıştırır gibi baş parmağımı destenin kenarından aşağı çekeceğimi biliyorum. Eskiden nasıl düşündüğüme dair bir şeyler hatırlamışa benziyorum.

  Bedensel olarak, en yaratıcı işkenceleri maddiyatım üzerinde uyguamaya kalksanız dahi hissetmeyecek haldeyim. Zihnim, buzları çözülülürken çıtırtılar çıkararak parmaklarını yavaşça hareket ettiren bir canlı gibi kesik kesik çalışmaya başlıyor. Vahşi bir uygarlık tarafından işgal edilen fantastik şatomu geri kazanmış kadar gururlu bir hale bürünüyorum.

 Zihnimse bir çöküşü daha kaldıramaz. Düşünmeye tekrar başladığımı kendime ispat etmenin haklı sevinci ile paranın olgusallığı hakkında düşünmeye başlıyorum...

  Legal olmayan yollarla masaya terkedildiği kesindi bu paranın. Yasak meyvenin çekiciliği gibi illegalize edilmiş her şey merak ve istek uyandırır insanda. Belki çözümü tamamen yok etmektir yasak meyveyi. İllegalize edip de bulunmaya devam etmesi, bir köpeğin önüne yememesi gereken bir et atıp, yemeye başladığında onu cezalandırmak gibi.

  Acımasızca iyi davranmak gibi...

  Elde edemediğimiz bir çok şeye bu kadar tutkuyla bağlı olmak da bununla alakalıdır aslında. Yasak meyvenin kendisi değil, onun yüksek dallarda ve erişilmez olmasıdır onu bu kadar arzulatan. Tadı da oradan gelir, büyük arzulardan. Ama ulaştığında duraksarsın. Tadı diğer meyvelerden farksızdır. Savaşların, çabaların boşunadır aslında. Hepsi boşa... Emek, bir çok olayı standartından daha keyifli yapar. Gösterilen emek sonucu elde edilmiş bir bakır, çabalanmadan kavuşulan gümüşten daha değerli ve tatminkardır. Fakat hala yeterli olmayabilir. Bunun sonucunda; bencilliğimizin, kıymetbilmezliğimizin, arzulardan çok egoyla kavrulan benliklerimizin arkasına geçip illegal yollarla ve hırs ile yoğurulan egonun iş birliğiyle altın eldersiniz.


Kaplumbağa turuncusu gömleğim var üzerimde.
Biram yok…
Alamadım komşu teyze vardı apartmanın önünde.
Hem ”Kaplumbağa turuncusu olur mu?” deme, monami pastalle boyadım hayvancağızı.
Oluyor işte.
Hem senin de dediğin gibi aşık değiliz biz, olamayacağız hiç.The Doors çalıyor.
Hayır Riders On The Storm değil.
Şarkının adını hatırlamamı bekleme benden.
Ben aşağıdan geçen her keli dedem sanıyorum halen.
Farkındayım samimiyetinin. Anladım ben, anlarım.
Teşekkür ederim karşıma çıktığın için, Bense yanan sigaradan kitap ayracı yapan bir insanım. Teşekkür ederim…
Yanan bazı sigaraları söndürmede iyi değiliz sanırım.
Ama birbirimize destek oluruz biliyorum.
Dumanım çıkıyor 156. sayfamdan.
En sevdiğim kurabiyeden buldum mutfakta.
Hemen buluşacağımızı bilsem saklarım sütyenimde, getiririm iki tane.
Ama çok susatıyorlar. Su al yanıma gelirken.
Young Folks çalıyor radyoda.
Başka bir şey dileseydim kurabiyeden keşke.
Tramvayın evimin önünde durma aralıkları kadardı yalnızlığım.